(+90) 312 418 82 69

jfmo@jeofizik.org.tr

Milli Müdafaa Caddesi NO:10/7

06650 Kızılay/ANKARA
MENU
PROF DR Ö AHMET ERCAN; MÜTEAHHİT VE MÜHENDİSLER CİNAYETTEN YARGILANMALI

PROF DR Ö AHMET ERCAN; MÜTEAHHİT VE MÜHENDİSLER CİNAYETTEN YARGILANMALI

Mine Şenocaklı - msenocakli@gazetevatan.com

İKİ YIL ÖNCE ERCİŞ‘TEKİ DEPREMİ HABER VEREN PROF. AHMET ERCAN‘LA DEFNE BEBEĞİN ÖLDÜĞÜ ENKAZIN BAŞINDA KONUŞTUK:

Hocam, bu bina size ne anlatıyor?

Gölcük‘teki hataların hepsi burada da görülüyor. Kolon-kiriş bağlantı hataları çok yaygın. Yapı olduğu yere baklava dilimleri gibi, kat kat, betonları da unufak olarak yığılmış. Betonarmede kullanılan demirler, burgulu değil düz. Arada kalan insanlar, tıpkı mengene arasında kalmış gibi ezilmişler. Kolonlar koptuğundan yaşam üçgenleri de oluşmamış.

Korkunç bir şey bu, mühendisler, müteahhitler nasıl böyle hatalar yapar?

Erciş‘te hazır beton satan 3 kuruluş var. Van‘da da 8... Ama öğrendik ki bunlar denetlenmiyormuş. Yani nasıl beton verdikleri belli değil. Biz buraya Jeofizik Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu‘yla enkazları inceleye inceleye geldik. Her yerde beton kalitesine bakıyoruz. Hepsi un ufak olmuş. Betonun kalitesini belirleyen BS değerine bakıyoruz, 8.

Olması gereken beton kalitesi ne?

Yeni deprem yönetmeliğine göre, BS değeri en az 20 olmalı. Betonda dere çakılı kullanılmış, bu tamam, ancak içindeki toprak yıkanıp ayrılmadığı için beton yapışmamış, dolayısıyla donatıyı tutmamış ve deprem sırasında unufak olmuş. Hatta konuştuğum arama kurtarma ekipleri, "Biz betonu tırnaklarımızla, toprak gibi kazabiliyoruz" diyor. Eğer bir kurtarmacı, bir betonu tırnaklarıyla kazıyorsa o betonun BS‘si 4 ile 8 arasındadır. Sonra, çoğu yerde bina yaşı 3. Deprem yönetmeliği 2007‘de çıktı. O zaman o beton kalitesinde olmaması gerekiyor. Burada bir eksiklik var.

Bir eksiklik de, 1999‘dan beri birinci derecede deprem bölgesi olan Erciş‘e Yapı Denetim‘in daha bu yıl gelmiş olması. Ama biz jeofizik mühendisleri olarak Yapı Denetim Yasası‘nın da eksik bir yasa olduğunu söylüyoruz. Bu yasanın Yer Yapı Denetim Yasası olarak değiştirilmesi gerekiyor. Binanın üzerine konulduğu yer; yer. Yani toprak. Temeller yerde. Deprem binayı nereden alıyor? Yerden alıyor. Peki Yapı Denetim‘de yerin kalitesini belirleyecek jeofizik mühendisi var mı? Yok, unutulmuş! Dolayısıyla acilen Yapı Denetim Yasası‘nın, Yer Yapı Denetim Yasası biçimine dönüştürülmesi gerekiyor. Bunu yaparsak sorunu çözümleriz. Bir de yapı denetim kuruluşlarının hepsinin sigorta kuruluşu olması gerekiyor. Yani misal veriyorum, binayı Güneş Sigorta‘ya, Başak Sigorta‘ya sigortalatmayacağız. Diyelim ki Güven Yapı Denetim diye bir firma var. Ben kementi onun boynuna atacağım. Diyeceğim ki, "Yerin incelenmesinden yapıya kadar bu binanın tüm denetimini sana veriyorum. Sigorta şirketi de sen olacaksın!" Bu binanın değeri 1.5 milyon dolarsa, 1.5 milyon doların primi de ona ödenecek. İşte yasada yapılacak bu değişiklik sorunu tamamen çözer.

Binalar sabun üzerinde kayar gibi kaymış...

Yani Erciş‘te çöken binalarda sadece müteahhit hatası yok?


(Emre Apartmanı‘nın enkazına doğru ilerliyoruz birlikte...) Mesela burada müteahhitlerin hatası çok. Ama mühendislerde de var hata... Ben savcı olsam, önce yapan kişiyi, sonra da inşaatın başındaki kontrolör olan inşaat mühendisini sorgusuz sualsiz tutuklarım. Çünkü biz mühendislikte şunu öngörürüz; yapı çatlayabilir. Ama göçmemesi gerekir. Bu bina göçmüş. Eğer yapı böyle baklava gibi göçmüşse, bunda yapı deneticisinin ve yapı yapımcısının hatası vardır... Şu yıkıntının hemen yan tarafındaki binayı gördünüz mü, orada tokuşma etkisi var. Yapı rezonansa uğramış.

Tokuşma etkisi nedir hocam?

Yerde insanoğlunun hissedemiyeceği titreşimler vardır. Jeofizik mühendisleri olarak biz onları aletlerle ölçebiliyoruz. Deprem sırasında yer, yerin bu doğal titreşim frekansında titreşiyor. Biz buna bakarak diyoruz ki, burada binanın 5 katlı olması lazım ya da 3 katlı. Yani binanın kaç katlı yapılacağının kararını bu ölçümü yaparak jeofizik mühendisleri veriyor. Binanın rezonansa gelmesi ise halk diliyle aşırı çalkalanması, sağa sola gidip gelmesi demek. Buradaki yapılar çalkalanmaya uğramış. Bu çalkalanma sırasında kolon-kiriş bağlantıları kopmuş ve bina baklava biçiminde göçmüş. Kolon ve kirişi kopmayanlar ise yan yatıp, yanındaki sağlam binayı göçertmiş. İşte şu yapı rezonansa gelmiş, çekiçleme etkisiyle yanındaki binayı yıkmış. Hemen arkasındaki çok lüks, 6-7 katlı bina ise yıkılmamış ama yan yatmış. O zaman ne sorunu var burada? Yerde sıvılaşma sorunu var. Oraya bir jeofizik mühendisin eli değmemiş. Çünkü araştırma yapsa, orada bir sıvılaşma sorunu olduğunu söylerdi.

Sıvılaşma sorunu nedir?

Bu bölge Zilan Deresi‘nin hemen çatal ağzında ve toprak gevşek tortulardan oluşuyor. Yeraltı su düzeyi ise 1 metre ile 3 metre arasında. Yani çok sığ. Ve aynı zamanda yeraltı suları burada Van Gölü‘ne doğru akış biçiminde. Eğer burada bir jeofizik elektro çekimi yapılsaydı bu durum görülürdü. Eğer bina temelinin ilk 20 metre derinliğinde yeraltı suyu varsa, deprem sırasında killi kumlu topraklarda yapı sanki sabunun üzerinde kayar gibi kayar, yana yıkılır, hatta takla atar ya da taşıma gücünün düşmesi sonucunda yere gömülür. Erciş‘te bu durumda yapı gördüm. Ama ben her şeye rağmen Erciş‘te yıkımın çok az olduğunu görüyorum.

Yani ucuz mu kurtuldu Ercişliler?

Kesinlikle! 7.2 büyüklüğünde bir depremin yaşandığı ve bu kadar mühendislik hatasının olduğu bir yerde daha fazla yıkım görmek beni şaşırtmazdı. Bir de şu var; İstanbul Teknik Üniversitesi‘ndeki inşaat profesörü arkadaşlarımın önerisine göre her 5 kat için yerin altında gömülü, perde betonlu bir bodrum katı olması gerekirdi. Onu bırakın, 7 katlı binalarda bile temel derinliği 1-1.5 metre değil.

Pencereler küçük yapılmalı

Erciş‘te az yıkım olmasını neye bağlıyorsunuz?


Bu tamamen yapının bulunduğu yerin davranışıyla ilgili. Bir de o yapının, o rezonansa gelip gelmemesiyle... Ama güzel bir taraf var, bütün yapılar birbirinden ayrık düzende. Bu bizim önerdiğimiz bir yapı düzeni. Yani bu yapılar depreme uygun yapılar. Ama kimi yapılarda pencereler birbirine çok yakın, büyük ve yan yana yapılmış. Böyle olunca oralardan kırılmalar oluyor. Çünkü binalarda taşımaların yüzde 15‘ini duvar yapar. Ama sen duvarı ortadan kaldırırsan depremde orası yıkılır. Depremlerde ölümlerin yüzde 46‘sı duvarların yıkılması nedeniyle olur.

Yani pencereleri geniş, büyük yapmak tehlikeli?

Evet. Bütün bu söylediklerim İstanbul için de geçerli. Eğer İstanbul‘da bu büyüklükte bir deprem olsaydı aynı olayla karşılaşırdık. Doğrusu ben harita üzerinden bakıp, Erciş‘i biraz daha geri kalmış bir yer olarak görüyordum. Erciş‘e geldim, şaşırdım. Modern bir kent. Bir sürü apartman var.

Ama belediye genelde 3 kat izin veriyormuş, sonradan 5-6 kat çıkılıyormuş. Halk öyle söylüyor...

Ben burada iki yıkığı inceledim. Yıkıkların birinde tam Deprem Yönetmeliği‘nin öngördüğü gibi burgulu demir vardı ve etriye sargıları da uygundu. Ama beton kalitesine baktım, çok kötüydü. Yani bir şey iyi, ama öbür şey iyi değildi.

Peki bu binada asıl sorun ne?

Buradaki ana sorun dikme (kolon)-kiriş bağlantıları. Kolon- kiriş bağlantıları düzgün olsaydı, bu bina baklava biçiminde yıkılmazdı. Baklava biçiminde yıkım yaşam üçgeni yaratmaz.

Baklava biçiminde yıkım ne demek hocam?

Üst üste... Katman katman... Kurtarıcılara da en çok zorluk çıkartan bu yıkımdır. Yani 6-7 kat, bir kata, iki kata iniyor. Bakın şurada bir yaşam üçgeni görüyorsunuz. Eğer tesadüfen burada kaldıysanız, hayatta da kalabilirdiniz. Bakın burada kolonlar sağlam olsaydı, üst katlarda bu baklavalık olmayacaktı. Kolonların ucundaki demirler ise hep düz. Bunların çengel şeklinde olması gerekirdi. İşte bu mühendislik hatası. Kolonun inceliğine, kirişin kalınlığına bakın. Tam tersi olmalıydı. Kolonlar yapının ağırlığını çekememiş. Kirişlerin çok kalın olması nedeniyle kolonların üzerine depremin sarsması sırasında muazzam bir yanal ve burkma kuvveti gelmiş. Ve dolayısıyla kolonları fırlatmış atmış. Yani burada akıl almaz bir mühendislik hatası var...

Peki müteahhidin hatası ne kadar?

Yüzde 100 mühendislik ve müteahhit hatası var. Savcıların sorgusuz sualsiz bu adamları içeri atması gerekiyor. Hem de cinayetten!

Bir yaşındaki Defne‘nin sonu Azra bebek gibi olmadı

Çünkü O, bu binada yaşıyordu...


Bugün acı bir deprem öyküsüyle başlamak istiyorum yazıya... Uzunca bir hatırlatmayla... Erciş‘te depremin üçüncü gecesi... O enkaz senin, bu enkaz benim dolaşıyorum... Saat gecenin 11‘i... Hava soğuk mu soğuk... Ayaklarımın altına sanki buzdan çiviler batıyor... Enkazların yanı başında koca koca ateşler yakılmış. Her biri hayatın sıcaklığının timsali sanki... İnsanlar hiç ağlamadan, ağıt yakmadan, katılaşmış gibi öylece bakıyorlar bir noktaya... Sanki soğukta donmuş kalmış acı tüm Ercişlilerin yüzünde... Sokuluyorum aralarına... Onlar gibi öyle sessizce bekliyorum. Üç kişi var ki, onların yüzlerine bakınca daha derin bir acı okunuyor. Konuşmak istiyorum ama o kadar sessizler ki, derler ya ölüm sessizliği işte öyle, soru sormaya bir türlü cesaret edemiyorum.

Emekli hemşire Meryem Hanım ve öğretmen emeklisi eşi Hikmet Bey, enkaz altındaki kızları Funda‘yla, bir yaşındaki torunları Defne‘den bir ses bekliyorlar. Tıpkı henüz 50 günlük asker olan damatları Arif gibi... Üstelik kızları Funda, 112 Acil‘e "Ben hayattayım, kızım kucağımda" diye mesaj göndermiş...

"DEFNE DAHA BEBEK, ÜŞÜR" DEDİ, KIZIM BİZİMLE DOLAŞMAYA GELMEDİ

Ateşin başında ben sormadan Meryem Hanım soruyor; "Siz o enkazdan sağ çıkarılan Azra bebeği gördünüz mü?" "Yok, ama fotoğraflarını gördüm, onunla birlikte annesini ve babaannesini de sağ salim çıkarmışlar. Daha 14 günlükmüş Azra bebek" diyorum... "Bizimki de tam bir yaşında" diyor, bir umut parıltısı gözlerinde... Meryem Hanım devlet memuru olan kızı Funda‘nın tayini çıkınca, torununa bakmak için gelmiş Erciş‘e. Beş ay önce... "Allah‘tan tek istediğim onların canlı çıkması. Bildiğim bütün duaları ediyorum. Elimden başka bir şey gelmiyor" diyor... "Siz nasıl kurtuldunuz?" diye soruyorum; "Kızım zorladı. ‘Bütün hafta evde Defne‘ye baktın. Babamla biraz dışarı çıkın, hava alın‘ dedi. İstemedik ama zorla gönderdi bizi. ‘Siz de gelin kızım‘ dedim. ‘Yok anne Defne üşür‘ dedi, kaldı evde... Daha bebek tabii Defne, bırakamaz ki..."

Sözcüklerin devamını getiremiyor, susuyor... Ne diyeceğimi bilemiyorum; "Bugün hep iyi haberler geliyor. İnşallah siz de iyi haber alırsınız" diyorum. Acıyla onaylıyor beni; "Doğru, Allah‘tan umut kesilmez!" O anda ortalık bir artçıyla sarsılmaya başlıyor, insanlar o yana bu yana kaçışıyor korkuyla... Onlar hiç kıpırdamıyorlar yerlerinden... Tıpkı enkaz altındaki Defne ve annesi gibi... Taş gibi..

AZRA BEBEĞİN ANNESİNİN SÜTÜ VARDI BİZİMKİSİ MEMEDEN KESİLMİŞTİ...

Meryem Hanım, yine ben sormadan başlıyor anlatmaya: "Çaresizlik çok kötü. Hiçbir şey yapamamak... Onların o betonların altında havasız kaldığını düşünmek..."

"Ama enkazda kalmak ölmek demek değil. Ne mucizeler oluyor" diyorum. 14 günlük Azra bebeğin kurtuluşunu hatırlatıyorum Meryem Hanım‘a... "Ama onun annesinin sütü var. Benimkisi memeden kesilmişti!" diyor, bana susmak düşüyor, o mırıldanırken, "Yavrularım, kuzularım, küçük kuşlarım benim" diye... Sonra o hiç konuşmayan Defne‘nin babası Arif giriyor söze, kesik kesik acıyla anlatıyor; "Kütahya‘da, 50 günlük askerim. 50 gündür görmüyorum onları. Dediler ki, ‘Van‘da deprem olmuş. Tam 36 saat sürdü Kütahya‘dan buraya gelmem, ölümden beterdi o saatler... Bayramda dağıtıma gidecektim İzmir‘e... Funda da bayram iznini alacaktı, anne ve babasıyla buradan yola çıkacaktı, hep birlikte Mersin‘e gidecektik. Dönüş için uçak biletlerini bile almışlardı... Dua etmekten başka bir şey gelmiyor elimden. Allah‘tan başka hiçbir şey istemiyorum. Sadece yavrum ve eşim çıksın enkazın altından, yemin ediyorum bir daha ömrümün sonuna kadar hiçbir şey dilemeyeceğim Allah‘tan... Defne konuşmaya bile başlamamıştı daha. 1 Ekim‘de doğum günüydü. Yanında yoktum. Askerde, günlüğüme ‘Bu doğum gününde yanında olamadım kızım, ama sonra hep yanında olacağım. Sana söz veriyorum‘ diye yazmıştım. Hasta olsa başında bekler, bir şeyler yaparsınız. Gerekirse hiç düşünmez organınızı verirsiniz. En kötüsü şu çaresizlik; ben ne yapabilirim, böyle çaresiz enkaza bakmaktan başka!"

UMUT Kİ EN SON TERK EDENDİR DEMİŞLER AMA...

Onun sözünü kayınvalidesi tamamlıyor: "Tam 30 yıl çalıştım, hemşirelik yaptım. Pek çok insanı, minicik bebekleri iyileştirdim. Ama kendi yavrularıma yardım edemiyorum. Razıyım, nasıl çıkarlarsa çıksınlar enkazın altından! Onlara da hemşirelik yapmak istiyorum... " O sırada enkazın üzerinden o bildik ses yükseliyor; "Hareketi kesin, konuşmayın, yürümeyin!" Tutuyoruz nefeslerimizi... Odun ateşinin çıtırtıları sanki gök gürültüsü gibi o sessizlikte... Yine bir görevli sesleniyor; "Sesimi duyuyor musun? Sesimi duyuyorsan ses ver, küçük de olsa bir hareket yap!" Dakikalar sonra, yeniden çalışmalar başlıyor. Bakıyorum, İspanyol ekip yanlarında iki siyah kurtarma köpeği, Defne ve annesinin olduğu enkaza ilerliyor... Önce bir köpek dolaşıyor enkaz üzerinde, hızlı telaşlı adımlarla... Her havlayışında, her moloz eşeleyişinde umutlar artıyor... Meryem Hanım, "Torunum Defne‘nin soyadı Sevindirici, inşallah sağ salim çıkıp bizi sevindirecek" diyor umutla... Elimden "İnşallah" demekten başka bir şey gelmiyor. Birinci köpek görevini tamamlıyor, ikincisi çıkıyor enkaza... O da aynı yerlerde oturup beklerse bu hayat var anlamına geliyormuş... Umutla bakıyoruz, bekliyoruz, iki yerde duruyor, iki köpek de... Ama ne olduğunu anlayamıyoruz.

SORUMLULAR YARGILANSA BİLE, DEFNE BEBEK ASLA İKİ YAŞINDA OLMAYACAK

Daha konuşmayı bile bilmeyen Defne bebek de, Azra bebek gibi enkazdan çıkarılsın, tüm Erciş‘e, Türkiye‘ye umut olsun istiyorum. Başka bir enkaza gitmek üzere vedalaşıyorum. Sonra İspanyol kurtarma ekibinin arkadaşım Burak Kara‘ya söyledikleri sözleri işitiyorum; "Üç kadavra var!" Boğazım düğüm düğüm oluyor, susuyorum. Ama pes etmek yok, o enkazdaki son beton parçası da kalkana kadar... Gülsevin Okçuoğlu‘nun dizeleri geliyor aklıma: Umut ki en son terk edendir!

Maalesef ne o gün, ne de sonraki gün bir mucize olmuyor o enkazda... İşte o gece o enkazın başında, Defne‘nin anneannesi ve babasıyla konuştuktan hemen sonra deprem profesörü Ahmet Ercan‘la karşılaşıyorum. Binayı inceliyor ve "Yüzde 100 müteahhit ve mühendis hatası var. Savcıların sorgusuz sualsiz bu adamları içeri atması gerekiyor. Hem de cinayetten!" diyor. Peki ama o taş kalpli müteahhitler, mühendisler cinayetten bile yargılansa, Defne bebek annesinin kucağında, babasına, anneannesine gülücükler atarak ikinci yaşını kutlayabilecek mi?

Alıntı: Gazete Vatan İnternet Haber Sitesi

Okunma Sayısı: 182